
Bir anlığına herşey durdu.
Caner, yan yana dizili kabak lastiklerden uydurma usturmaçaların arasından teknenin bordasına çıkarken sol kulağımın çınladığını anımsıyorum.
Bir anlığına herşey durdu.
Caner, yan yana dizili kabak lastiklerden uydurma usturmaçaların arasından teknenin bordasına çıkarken sol kulağımın çınladığını anımsıyorum.
Makinenin kolçağını öylece bırakıp artık çekiştirmeyen ağırlığın “Mayna!” diye bağıran denizcilerin ardında yükselişiyle garip bir hafiflik, tuhaf bir boşluk hissediyordum sadece. Onca zaman* süren soluksuz baskı ve direnç ortadan kalkınca sanki dengem bozulmuş; her hareketimle hafifçe sendeleyerek geriye doğru meyleden vücudumu habire öne eğip durduğum yerde dikelmeye çalışıyordum. Her biri sırıtarak bana bakan ve omzuma vurarak beni sarsan denizcilerin birbirine karışan bağırışları yavaş yavaş kulaklarımı doldururken, şükürler olsun ki diğer duyularım ve dengem de yeniden normalleşiyordu.
Birkaç gemicinin elelden gayreti ile kuyruk sapına vurulan sapanı çekerek balığı sudan çıkarmaları çok sürmedi. Küpeşte ırgatının gıcırdayarak ip sarışını duyduğumda oltayı merdiven korkuluğuna yaslayarak sessizce kalabalığa doğru yöneldim. Ancak, gayretimin ederini yakından görmek için bile sıramı beklemem gerektiğini çok geçmeden anlayacaktım. Az evvel neredeyse soluğumu keserken, şimdi titreyerek güverteye devrilen hasmıma içtenlikle dokunabilmek ve son bir ritüelle bu mücadele sahnesini tamamlamak için başına toplanıp heyecanla ona el vuran tayfanın dağılmasını bekleyecektim.
Bir süre sonra balığın başında sadece bir iki adam kalmıştı. Onu gölgeye almalarını istediğimde ikiletmeden güverte ortasına çekmişlerdi bile. Tayfanın heyecanı sonunda yatışmış ve onlar için o ana değin bilmedikleri türden nefes kesen bir performansın heyecanlı sahnesi, bütün azametine karşın sac zeminde yatan etkileyici bir balıkla sona ermişti işte. O saatten sonra, ilgileri artık sofralık değerinden fazlasıyla anmayacakları balıktan onu zapt eden oltaya döndüğünde, içlerinden biri, “Hocam, bakabilir miyiz” diyerek hepsinin merakını peşinen dillendirecekti. Ketum bir tavırla kamışı onlara uzattığımda, oltayı yakından görmek isteyen tayfanın arasında yeni bir heyecan dalgası yayılıverdi. Sırayla oltayı birbirlerine verirken, kâh kamışın kâh makinenin sağına soluna bakıp yine de ikna olmayan bazıları, tüm edevatı elleriyle kavrayıp şöyle bir tartmadan bir diğerine bırakmıyordu. Hâlâ sıcak makaraya dokunanların yüzündeki şaşkınlıksa üzerinde sarılı ipin inceliği ile bir kat daha artıyor, bir parça ipi nasırlı, esmer parmakları arasında yuvarlayarak ne mene bi’şey olduğunu kendilerince anlamaya çalışıyorlardı. Sonunda hepsi, gördüklerinin tümüne inanmıştı; ancak, dokundukları fiziğin pekliğine pek de akıl erdirememiş bir tavırla oltamı bana uzattılar.
Elimde oltam olduğu hâlde, nihayet tenhalaşan güvertenin ortasında yatan balığın başında usulca diz çöktüm. Tükenmiş vücudunun yüzeyi küçük ışıltılar saçarak belli belirsiz bir ritimle sanki salınırken, olanca gerginliği ile dikleştirdiği sırt yüzgeci seyirerek gevşiyor ve derin yarıklı kaidesi üzerine yavaşça kapanıyordu. Giderek incelen belini her iki yandan süsleyen mavi saplı sarı pinüllerini okşarken, kucağımda tuttuğum kuyruğu dermansız tek bir vuruş ile son kez sarsıldı. Benim denizimdeki bu son kuyruk vuruşu ile bambaşka denizlerin enginlerine vurduğu ilk kuyruğun da tanığı olduğumu işte o an hissetmiştim. O ana değin birbirinden bağımsız titreşen her bir yüzgeççik, üzerinde gezdirdiğim bitkin parmaklarımın temasıyla ilkin irkilse de şimdi tüm azametiyle dizlerimin dibinde ölen balık, o parlak sırtının keskin konturlarına yaslı menevişlerini yitirmenin ıstırabıyla ışığı kaybolan derin bir boşluğa bakar gibiydi. Üzerine düşmüş yansımın ardındaki puslu mavilik kederden muaf olsun isteyerek son kez eğilip minnetle gülümsedim –şimdi ‘başka bir deniz’in mavisine dalan– o kocaman donuk gözlere. Kan ve ter içerisinde verdiği mücadelenin izlerini usulca temizleyip yurdunun suyuyla son bir kez yıkadım onu.
Katıksız bir yabaniliğin insan eli değmemiş yalın bir iradeyle buluştuğu ve şimdi dokunabildiğim şu ıslak beden ağır ağır bozarırken, teşekkür ettim balığa -şüphesiz canı pahasına verdiği fevkalade mücadele uğruna. Fevkaladeydi. Çünkü, fütursuz bir gayretin zoruyla köpürüp aklaşmış şu denizin üstünde, irade ve aklın gücüne inanarak teslim aldığım şu bedende kendi faniliğimin gerçekliğine de dokunuyordum. Oysa yabanıl bir güdüyle tavlanmış ezici bir kuvvete, akıl ve iradeden başka kudreti olmayan bir olta atmaktan ibaretti tüm yaptığım. Güç bela ayakta tutabildiğim bir iradeyle zor’a galebe çaldığım unutulmaz bir günün sonunda, ödettiğim o en büyük bedelin hatırına diz çöküp her günü ilk yaratılışındaki gibi yaşamış olanın başında beklerken, hakkında dillendirilecek her güzellemeye layık olduğunu bilerek minnetle gözlerine gülümsedim. O, son anına kadar bir balık gibi savaşıp öyle de yaşamışken bu hayatı, ben sadece bir oltacı gibi düşünüp öyle hissetmiştim şu mücadeledeki her anı.
Bir gün daha geçip güneş yine titreyen kızıl bulutlarla bezeli ufkun ardına batarken sırtım pek çıktım bu kez rüzgâr altında kalan iskele kırlangıça. Yeni yeni köpüklenen başlarıyla ikindiden bu yana boylanarak üstümüze yürüyen her bir dalga, gece boyu kalacak havanın haberini akşam suyuna salar gibiydi. Hâlâ içten içe sızlayan kollarımı duldaki küpeşteye dayayıp tam da uzaklara dalmışken yılık pencereden duyduğum ayarsız seslenişle dikildim bir an. Vakti geldi mi Bahadur, göndereyim mi, diye soruyordu kaptan bağdaş kurup oturduğu ensiz sedirden. Olur dercesine başımı sallayıp yeniden yaslandım küpeşte demirine. Şimdi ağdan, iğneden muaf bambaşka bir deniz’in serin hürriyetinde yele kuyruk keyfince dolanan o azametli balığı düşündüm – henüz kararan yanık ufka bakarak. Evvelini bilmediği yaban sulardan sökün etmiş her türden yiyintiyle avunup dört yanından ışıl ışıl akan sürülerin peşi sıra yayılan o cevval balığın hatırasıyla kahvemi yudumlamanın vakti gelmişti elbet.
Ya Tayfa?
Orkinosla doymuş karınlarıyla yan yatıp ettikleri gevezelikten belli ki onların da keyfi pek yerindeydi.
Bahadır Çapar
Haziran 2016, Açık denizler
yazının sonu
yazının ilk bölümünü göster | yazının önceki bölümünü göster