Birinci kısımda adını saydığım türden balık sürülerinin kısa sayılabilecek (birkaç günden birkaç haftaya değin uzayabilen) sürelerle geçiş yaptığı sahalarda tam da bu geçişlerin başladığı yahut sonlandığı dönemlerde beyaz tonlamalı yapay yemlerin başarı oranının artmasını bekleyebiliriz. Zira, kısa süreli bir akında fazladan yutacağı her lokmanın sağladığı kaloriyi ilkel ancak temel bir güdüyle faydadan gören dişli çeneler ve koca kuyruklardır uğruna olta tıp kıyı kıyı, mera mera dolaştığımız.
Yine mi Beyaz Vobler?
2. kısım | Kepler’de olta atacak olana sedefli beyaz!
Akın eden her sürü, beraberinde ve ardı sıra yiyicileri ile hareket eden pullu ve parlak bir katar gibi gelir ve geçer önünüzden. Akın bittiğinde ise nispeten yerleşik karakterli ve çoğunlukla seyrek bir dağılım ile meraya yayılarak neredeyse sezon boyu bölgede barınan yerel yemlikler o mekânda aradığımız kabadayıların günlük mönüsünde liste başıdır yine.
Dolayısı ile parıldayan ve yanıp sönerek kayıp göçmüş ak pak kümelerden ziyade liste başına oturmuş bu yerelleri taklit eden yapay yemlere gelir sıra, tozu inip düzene girmiş bir merada. Ne yani; onca bekleyip peşinden gittiklerini andıran bir yemi tekrar görse almayacak mı, derseniz: Almaz mı? Alır elbet ama; gerçek akın dönemini tek bir yem parlatmayla canlandırabileceğine inanan birine fazladan edecek lafım olmaz hani, “Tamam usta!”, diyene kadar atıp tutsun o yine – hem de istediğince. Ama onca sefer ve nice mesai sonunda birkaç olağan yakalayışa aldanıp kestirmeden bir çıkarımla durumu renge, balığın beyaza duyduğu karşı konulmaz iştaha yormamak daha isabetli olur kanımca. Kaldı ki merada kalan yırtıcılarda da o denli iştahlı devriye atan kaç balık olur, artık o kadarını da anlayacağı dilden balığa sormak lazım desem…
Buraya kadar ruhumuz duyar ya da duymaz yemlik akınlarının yerel yırtıcılar üzerindeki etkisi üzerinden yem rengindeki tercih esprisini ele aldım. Peki ya bu ilk akını takip ederek onun ardından aynı meralarda yığılan yırtıcı sürülerine ne demeli? Bunun cevabı yine beyazda. Önünden gideni iyi bilip ona benzeyen pak rengi çalışmalı. Özetle; yerel yırtıcılar belirli dönemlerde beyaza meyilli iken aslında akıncı olduğunu bilmediğiniz ve fakat meranızdan aktıkları dönemi tesadüfen bile olsa yakalayıp bir süre aynı yemlerle sıklıkla denk geldiğiniz diğer yırtıcılar beyaza düşkün olacak, gelen hemen her havadis beyazlı sedefli yemlerin yok sattığı marketleri coşturacaktır.
İkinci Senaryo: Yolun sonundaki meralar
> Göçlerin durağı yahut hedefi olan meralarda
Andığım tüm yemlik türler için yaşam temel olarak 3 farklı amaçla kullanılan ve güdüsel bir yönelimle adreslerini en iyi kendilerinin bildiği alanlar arasında göçmekten ibarettir. Yumurtlama ya da diğer bir deyişle üreme alanlarında denize doğan yavrular, kendi yaş gruplarının egemen olduğu binlerce minik kuyruktan oluşan sürüler oluşturarak beslenme alanlarına doğru hayli uzun sürecek olan o ilk yolculuklarına çıkarlar.
Bu yolculuğun ne kadar uzaklığa ve zamana dair olduğunu düşünmeyin çünkü; bu durum türe göre değişmekle birlikte bu izahat içerisinde gereksiz bir detaydır. İcabında farklı üreme sahalarından yola çıkarak birbiri ardı sıra önce ortak beslenme alanlarına ve akabinde kışlama sahalarına ulaşan sürüler, birkaç haftadan birkaç aya kadar uzayabilen bir takvimle bu meralara yerleşirler.
Hergün yeni eklenen sürüler ile giderek kalabalıklaştıkları o bölge belki sizin meranızı da kapsamaktadır veya meranız bu bölgeye giden yolun ya üstünde ya da durağındadır. Çoğu olta meraklısı bu yönleri ile tanımadığı bir merada veya lokal göç takviminden bihaber olduğu merasında tesadüfen de olsa doğru zamana denk gelen etkinlikler gerçekleştirerek elbette güzel yakalayışlar yaşayabilir. Ancak yerel göç takvimini anlamaya çalışıp zamana yayılan değişkenleri kendi merasında gözlemlemeye çabalamaksızın yaşanacak birkaç istisnai durum, az önce andığım üzere çoğunlukla tesadüfidir. Dolayısı ile zamanını öğrenip göç takvimini gözetmeksizin bir sonraki mevsimin kıyı akınına başlayan süper sürüye yine denk gelmek, sonuca yani balık’a odaklanmış yeni bir heveskâr için pek mümkün olmayacaktır. Bu yüzden tesadüflere dayanan heyecanlı yakalayışlar ile hatırlanası böylesi bir kısmetlilik hâli çoğu heveskârın gözünde güne, haftaya, oltaya hatta başındaki şapkaya özel bir deneyim olarak görülüp yakalananlar –ilkel bir rekreasyon algısının sonucu olarak elbette– salt yakalayanın şansına yorulacaktır.
Son Senaryo: Ötegezegen Kepler-186F tipi meralar
> Metafizik etkilerin egemen olabileceği meralarda
Elinde hangi renkte, ne tipte ve büyüklükte bir yem tutarsa tutsun balığın alayına çatan yahut alaybaşına galebe çalan oltacılar tanıdım. Marvel’in namlı fantastiklerinden olan Magneto’dan icazet almış gibi akla ziyan bir bahtla balık çeken balık mıknatısı (fişneto) adamlar gördüm. Bir anlamda Dünya’da ki yaşama hükmeden ve tabiatı ile biz oltacıların da kaçınamadığı tüm bildik fizik yasalarının hükümsüzlüğüne delalet sayabileceğim bu tipten kıskanılası bir “kısmet”i hesaba katmaksızın başlığı kapatamam. Bakarak ya da sorarak birşeyler öğreneceğini sananlar bu işte pek bir acemi olanlardır. Zira taklitle, denileni yerine getirmekle yaşayamazsınız gördüklerinizin bir benzerini.
Elinizdeki her yem sanki renksiz, sanki görünmezmiş gibi iş görmez böylelerinin yanında. Bütün mera yanınızdakinin savurduğuna hevesli, bir onun oltasına delirmiştir sanki. Böylesi her ne yapıyor her ne atıyorsa tersini yapın ya da gururlu bir ‘olta balıkçısı’ edası ile merayı bu ‘balık toplayıcı’sına bırakın. Aynı şekilde bu durumun tersi de söz konusu tabii… Doğru ve düzgün bir olta balıkçısı olmak adına verdiği olanca gayretine rağmen hiçbir seferini olta atıp çekmekten öteye geçiremeyenleri kastediyor, yıllardır değişmeyen makus talihine inat her fırsatta ‘balığa giden’ ama hiç ‘balıkla gelemeyen’lerden bahsediyorum.
Sadece yemin akı, beyazı kurtarmaz, “niyet” de önemli! Tıpkı yumurtanın sarısı gibi…
Dünya’dan yaklaşık olarak 500 ışık yılı uzaklıktaki kırmızı bir cüceyıldızın yörüngesinde dolanırken keşfettiğimiz ve Dünyavari yaşam potansiyeli taşıdığı varsayılan ilk uzak ama sulak ötegezegenimiz olan Kepler 186F‘nin olası göl ve denizlerinde bile Dünya‘dakinden daha kısmetli olduklarına inanmak, sedefli beyaz bir yemle İskenderun Körfezi’nde koca bir balık yakalayabileceklerine inanmaktan daha bile kolay gelir onlara. Ne beyazla ne de florışıl pembeyle arınıp aklanmayan bir kara bahtsızlıktan bahsediyorum kısacası. Makûs bir talihle atıp çektikten sonra yeminin alayı beyaz olsa ne fayda; DUO muo hak getire, DUyOm! Mağaza ve forumlarda kutsanan her marka, her renk ellerinde kifayetsiz kalmışken floresan ışık altında en garantili DUELlocu tavırlara girişse bile yine de talihlerini döndüremeyenlerden bahseDUyOm.
Her yanlarından akın eden sürülere de çatsalar yaver gitmez şansları ve yine de oltadan sıkılıp iflah olmaz canları. Ne kısmete ne de şansa inançları kalmadığından çoğunlukla kendi ellerine konuşup dururlar boş boş… Böylesi bir durumun bulaşıcı olabileceğine ve bir lanet gibi sırtınıza yapışabileceğine dair bir takım iddialar olduğundan bu ölçekte ağır vakaların yakınında olta atmak, takım çantanızdaki yemleri göstererek onun yanında balık yakalamaya çalışmak size dokunabilir, karın ağrısı yaparak rahatsızlık verebilir.
Hasbelkader böylesi bir karakterle karşılaşılması hâlinde ne beyaza ne de sarıya takılmadan geriye dönmek ya da işin tadını kaçırmadan oltayı yemi bırakıp denizi, suyu seyretmek muhtemelen daha sağlıklıdır. Kesinlikle balık yakalamaya çalışılmamalı, yanlışlıkla da olsa bir tane yakalama ihtimaline karşı olta kati suretle elden bırakılmalıdır. Bir ümitle yük edilen tüm yemler rengine bakmaksızın göz önünden, el altından uzaklaştırılıp mümkünse bir sonraki sefere cesaretlenene kadar kutusuna kaldırılarak dokunulmamalıdır.
“Balık avlamak” maksadı ile eline geçen hemen her fırsatta “ava çıkan”, meradaki her anını son kertesine kadar sündürülmüş bir şans anlayışına yaslayarak –neredeyse yerleştiği kıyının/meranın tamamını zapteden– suda ne varsa hepsini avlayabilmeyi içten içe dileyip alenen deneyen bir “balık avcısı”ndan fırsat bulursa, ısrarcılık’ın eşiği ile hadsizlik’in yol ayrımında “balığa çıkan” ve kısmet kavramını gözlem ve teknik üzerinden akla oturtmaya meyilli bir “olta balıkçısı”nın kıyıdaki yeri ve ederi nedir sizce?
Peki ya en sevdiği yem rengi…
Zamana, balığa, meraya ve dahi kısmete takılmadan söyleyebilirseniz söyleyin haydi!
İflah olmaz bir balık avcısı’nın yücelttiği renk(ler) zaten malumken cevval bir oltacı’nın tercihi nedir sizce?
Bahadır Çapar
Ekim 2015, Adana
yazının sonu | yazının 1. kısmını göster