Yer açın bana, deyişimi kaçı duyabilmişti bilmiyorum ama ipe dayanmaktan son anda ve bir kez daha vazgeçen balığın sancak tarafına basmasıyla iyice daraldığını anladığımda, sağımda solumda toplanan tayfaya aldırmaksızın güverteye inen merdivenlere yönelmiştim. Parmak arası terlik şaklamaları ve uğultulu bir itiş kakışla başüstünden alt güverteye akan bu heyecan dalgasına kapıldığımda kâh omuzlarımdan kâh belimden kavrayan tayfanın gayreti ile 6 basamaklı merdivenden güverteye nasıl indiğimi anlamamıştım bile… Belli ki balık ıstırapsız yüzebildiği tek yöne, yüzeye yönelmiş; belki de daha gençken ve henüz derinleri bu kadar sevmemişken lacivert ensesinde harelenen güneşin ılıklığında nice sardalyayı kovalayıp, nice uskumruyu kıstırdığı korkusuz zamanlara özlemle son kez gayretlenip aydınlığa doğru kuyruk vurmaya başlamıştı yine.
Başka bir deniz
Ödüllü öyküden 2. bölüm | Mavide yitik.
Bu öyküyü ND Tv’de sesli dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/tJfuFPBGWrE
Kimbilir, belki de denizin altında bulamadığı rakibini bir de yüzünde aramak istemiş ve beni görmek için vermişti bu son gayreti. Tamam, dediğim an işte o andı: Heyecanı çoktan kaygıya dönüp cesaretini mavide yitiren balık, –sırtıyla kabaran suyu alnıyla yararak– tıpkı onu oltaya düşüren ilk hamlesinin yorgun bir tekrarıyla sudan fırladığında sona geldiğimizi anlamıştım. Hafifçe yan dönerek kuyruğu sudan kesilmeksizin tekrar yüzeye çarpan koca bedeniyle az önce yarattığı dalgaların köpüğünde öylece debelenirken, nasıl olup da şimdi yüzecek gücü, dalacak dermanı bulamadığının şaşkınlığını yaşıyor gibiydi. Oysa son gayretini, evvelce düşüp hiç bilmediği şu aczin esaretinden kurtulmak ümidiyle solungaçlarının her bir yaprağını havayla doldurup doya doya soluyamayacağı bu tuhaf boşluk içerisinde yüzmeye çabalayarak harcamıştı.
Sudaki ipi neredeyse yüksüz yarılayıp kalanını da çabucak toplamaya giriştiğim o anda, az ileride yüze vuran balığın nafile kuyruk şapırtılarıyla çılgına dönen tayfa hep bir ağızdan tezahürat yapıyor, bir bana bir balığa sesleniyordu:
-Haydi usta haydi, dayan ha! Geldi hah!…
-Kuyruğa bak be! Hay maşallah, hay maşallah, hayyyyyy!…
Balığın son bir gayretle su yüzüne vurduğu o görkemli an, ısrarlı asılışlarının kontrolsüz kasılmalara ve inatçı kuyruk vuruşlarının sürekli bir titreme hâline geçtiği andı da… Şimdi giderek kısalan incecik olta bedeni üzerinden çatlayan balığın anbean değişen ahvalini hece hece okuyor, tüm bu tükeniş emarelerini olduğu gibi hissedebiliyordum. Adrenalin hakikaten tuhaf bir kimyaydı, bu belli. Nasıl oluyordu da az evvel kaldırmaya takat bulamadığım kollarım şimdi makineyle bir işliyor, zangır zangır titremekten artık batıp dalmayı bile beceremez hâle gelmiş şu koca balığı tekneye çekebiliyordu?
Ağır bir mazot ve gres kokusu eşliğinde yanı başımda bitiveren İdris, geçen gün alargadayken* verdiğim tarifle makine dairesinde yaptığımız zıpkını yağdan ve kurumdan kararmış sağ elinde sıkıca tutmuş, “Vuracaz mı hocam?” diye soruyordu. “Evayı** bağlandın mı, sapan*** hazır mı?” dediğimde başını sallayıp heyecanla, “Hepsi tamam” diye beni yanıtladı.
-Hazırlan o zaman. Az sonra bordaya yaklaştırdığımda tek fırsatın olacak; tam kulağının gerisindeki kanadının üzerine doğru atmaya çalış. Sonra balık dalacak fakat onu yeniden çektiğimde bu kez Caner’le kuyruğuna sapanı vurursunuz…
Bir gün evvel elde olan malzemelerle nasıl bir zıpkın yapabileceğimiz üzerine İdris’le konuşmuş, –yıllarca alamanaların rutubetli ambarlarında çalışıp makine dairelerinde yatıp kalkmış bu denizci sayesinde– iş görür bir tane de yapmayı başarmıştık. Elbette balığın görünen bir kulağı yahut kanadı yoktu ama; zanaatkâr bir balıkçının balık anatomisine dair doğaçlamalarla zenginleşmiş lügatinde söylediklerimin bilindik, açık ve anlaşılır karşılıkları vardı. Her hâlükârda birbirimizi anlıyor, aynı dili konuşuyorduk ya; solungaç’a kulak yahut yüzgeç’e kanat demenin dile ziyanı yoktu.
Birkaç başarısız dalma denemesinin ardından sancak karinaya iyice yanaştırdığım balık, yüzgeçleriyle sürtündüğü tekneden huylanıp bir kez daha uzaklaşmaya çabalasa da geçirdiği titreme nöbeti ile köpürttüğü yüzeyde yan yatarak sonunda zıpkın menziline girmişti. O an İdris’le göz göze geldiğimizi hatırlıyorum. Makarayı sıkan kapağı parmak ucuyla tek tur gevşettikten sonra alnımdan akan terden bir süredir yanan gözlerimi kapayıp sıkılı çenemi açmaksızın başımı hafifçe öne eğdim. Mapa bomundan destekle beline değin küpeşteden sarkan bu zayıf ve çelimsiz adam öyle bir çabuklukla zıpkını fırlattı ki, daha ben gönderin ardındaki ipi takip ederken atışın hedefini bulduğunu, adam boyu yükselip küpeşteyi aşan saçıntıdan anlayacaktım.
Olmuştu. Balık vurulmuş ve son gücünü can havliyle dayandığı karinadan tekneyi itmek için nafile harcamıştı. Sanki o an her şey bitmiş gibiydi.
Sonra mı? …
*Alarga: Teknenin sahilden uzakta bir sebeple belirli bir süre beklemesi.
**Eva (EVA): Balıkçı teknelerinde yaygın olarak kullanılan bükümlü sentetik iplere balıkçı erbabının verdiği isimdir. Polyester liflerin üç ya da dört koldan bükülmesi ile 4-30 mm aralığında farklı çaplarda üretilebilen esnek ve dayanıklı teknik iplerdir.
***Sapan: İri balıkların tekneye alınması amacıyla kuyruk sapına geçirilen ve çekildiğinde kendiliğinden sıkı duruma geçen ucu ilmikli uzun ip.
Bahadır Çapar
Haziran 2016, Açık denizler
2. bölümün sonu
yazının 1. bölümünü göster | yazının 3. bölümünü göster