
“Yine mi voblerler, yine mi DUO?” diyerek birbiri ardı sıra dizilen sorulara cevap ile başlayan tematik sohbetimiz, devamında yinelenen o mühim soruyla kaldığı yerden devam ediyor.
“Yine mi voblerler, yine mi DUO?” diyerek birbiri ardı sıra dizilen sorulara cevap ile başlayan tematik sohbetimiz, devamında yinelenen o mühim soruyla kaldığı yerden devam ediyor.
-Pekâlâ, buraya kadar herşey anlaşılır, herşey tamam ama öbür renklere boşa mı para döküyoruz? Bu ‘beyaz‘ın olayı ne ola ki usta?
Dediğim gibi “çoğu renge kör” olan bu solungaçlılar aleminde metalik yansımalar yahut gümüşi donluluk hâli yemlik türlerin neredeyse ortak karakteridir.
Clupeidae familyasına bakalım ilkin: Sardalya, çaça, tirsi, ringa ve dahi hamsiler. Sonra küçük Thunnidae ve Carangidae türlerini analım; uskumru, kolyoz ve istavrit gibi. Zargana, çomak ve izmarit gibi düşük yoğunluklu yayılım sergileyen daha yerleşik karakterli yemlikler ile normalde yemlik olarak düşünülmeyen çoğu balık türüne ait yavru bireylerin sergilediği görüntü de birazdan sıralayacağım değerlendirmelerin esasına dair bir istisna yaratmayacaktır. Elbette suda gezinen ve ekseriyetle görme duyusu üzerinden nihai hedef tespiti yaparak geçinen her bir yırtıcının yüksek karşıtlığa ve kontrasta duyarlı gözünden bakmaya çalışarak evvela tüm bu andığım yemlik türlerin uzaktan ya da yakından nasıl göründüğüne, farklı türlerin oluşturduğu sürülerin sergilediği ortak görsel karakterlere değineyim önce.
Yüzey ve yüzeye yakın alanlarda kalabalık sürüler teşkil edebilen bu türlerin tekil görünümleri de mavi bir boşluk içerisinde olmaları sebebi ile mavi filtre ardından görünen –bazen ışıltılı bazen göz kırpan– bir aklıktan ibaret. Dolayısı ile mevsimden, türden ve denizden muaf tutacağımız doğal bir yemliğin en temel hatta olmazsa olmaz fiziksel özelliğini de –renk itibarı ile– betimlemiş oldum.
Işığı toplayıp neredeyse tüm diğer renklerden daha geniş bir dalga aralığında yayan –ister gümüşi veya sedefli opak ister sade yahut menevişli olsun özde hepsi beyazla beslenip beyaz grubunda anılan– ortak tayflı tüm tonlamalar, görsel açıdan birbirine hayli yakın fark edilirlik dereceleri taşıdığı yırtıcının gözünde muhtemelen “tipik” yemlik eşgaline denk ya da bunu çağrıştıran bir ayırt edilirlikle algılanıyor olmalı. Su altı dünyasında geçen hemen her günün, hayatta kalma çabasındaki her yırtıcıya uzakta pırpırlanan bir aklığın karın tokluğu ile neredeyse manadaş olduğunu öğrenip pekiştireceği dinamik bir düzende akıp gittiğini söylesem yeridir. Peki neden bu renge sahip yapay yemlerin başarı grafiği sahada yaptığımız gözlemlere göre belli zamanlarda artarken belirli zamanlarda düşüyor?
Esasen, aranılan cevap yine olta attığımız suyun altında yüzüyor. Oltaya çıkılan dönem itibarı ile sudaki yiyinti mevcudiyetine bakarak, yukarıda özetlediğim görsel algıyı tetikleyen ya da o dönemde merada gezinen yırtıcıların –mütemadiyen tükettiği için– iyice belledikleri yemlikleri çağrıştıran her objenin ardına düşmelerini bekleyebilir, hele ki bu eşgali sağladığı inancı ile yüzdüreceğiniz her bir yapay yemi nazlanmaksızın yoklayacaklarını umabilirsiniz, diyerek zamana ve mekana bağlı nicelik değişkenlerin güdümündeki dinamik nitelikleri tanımlamaksızın vereceğim okkalı bir yanıt, güçlü teorisine karşın oltacılık pratiğinize katkı sağlamaktan hâlâ çok uzaktır. Üstelik eksik tanımlamadan ötürü yanlış ve yersiz uygulamalarla kıymetli su üstü zamanını heba ettirme ihtimalini düşünerek böylece bırakmaktan imtina edeceğim kestirme bir cevaptır. Öyleyse, ‘nicelik değişkenlere bağlı niteliklerin dinamiği’nden bahsettiğim az evvel ki tümlecin bağlamından hareketle “beyaz yem” eşitliği sunan zaman-mekân denklemlerini –elbette meraklısı için– oltacılık tahtasına şu üç senaryo başlığı altında özetleyeyim:
1. kısmın sonu | yazının 2. kısmını göster