

Uç Tarponcuk Uç!..
En kısasından bir kayakla uçurma hikâyesi
Bu öyküyü ND Tv’de sesli dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/Y42kzjrZ1OA

2013 sonuna doğru soğuk geçeceğini sandığım kış henüz gelmemişken son kez çıkıyordum göle. 3 metrelik küçük kayağımın pratikliğine güvenerek yalın kürek, yek olta kıyıdaydım işte… Olta dediysem de birçok oltacının deneyimleyip bilmediği uçurma takımımdı kayağımın boyunca uzanan. Bir başınalığın harikalığıydı şimdi kıyıda çarçabuk hazırlanan bu adamın yaşadığı emin olun. Yıllanmış oltacılığımın tükenmeyen hevesi ile nicedir uğraşıp hemen her sefer yeni keşiflerle ustalaştığım kürekçiliğimin uçurma becerilerimle kucaklaşacağı o en güzel günün şahidi olacaktı 100’lük Tarponcuk (1).
Güneyden esen ılık rüzgârın küçük dalgalarıyla çıktığım göl yine de mülayim, gün pek güzeldi. İlk birkaç kürek vuruşu ile uzaklaştığım kıyının ardındaki ormandı bir süre seyreylediğim. Gün benimdi işte. Her bir vuruşla kayarken gölümün saklı haliçlerine, ağzıbüyüklerin (2) yatağını arıyordum özenli bir sessizlikle. Yüzeyde uçuşan böcü börtüye sormaktı niyetim uçuracağım yemin cinsini ve bu sulardaki moda rengini. Ne de olsa onlar safından yürüyordum kasnaların (2) üstüne. Yaz boyunca azgınca beslenen, her fırsatta tepelerine çöküp –ufak tefek her hayvanatı canından– bezdiren ağzıbüyüklere karşı sıkı bir müttefiktim – şimdi uçuşarak başımda halelenen bu vızıltılı alaylara.
İlk oynağı gördüğüm yerdi yıkık çamın kapadığı ince koy. Sazlar arasından sıçrayarak ardı sıra gezinen kara sırtlı gölgelerden kaçınan dubaralar (3) korku ve telaşın mavi-yeşil resmini çiziyordu yüzey suyuna. Durdum. Küreği usulca yatırıp kamışı kavradığımda biraz da akarak yaklaştığım sazlık kıyı, yemlikler için iyi bir sığınak, pullu avcılar içinse verimli bir avlaktı esasen. Evvelki yıllardan bilip her kürek seferimde uğramayı sevdiğim bu küçük koy, yalıçapkınlarından, gri balıkçıllara kadar benden usta nice balıkçının daha bilip arada bir yokladığı uzak ve yaban bir köşesiydi Seyhan’ımın.
Atkı misinasının ucundaki yemi yağlarken kayağın altından enkaz suyuna sızan iki karaltı bu sahnenin olası kabadayıları olabilir miydi?
Korkusuz yüzüşleri ile yakınımda gezinen bu balıkların aradığı açlıklarını giderecek taze lokmalardı belki ama sanki ufak tefek kanatlılara ya da ince gambusyalara tenezül etmeyecek kadar azametliydiler. Kolayca ağızlayacakları ancak aynı kolaylıkta da gevrek dudaklarından kurtulabilecek küçük bir sinek taklidi yetmezdi zannımca; fazlasını sunabilmeli, akıllarını daha ilk atışta çelebilmeliydim burunlarının ucuna konduracağımla. Güz sonunda hâlâ fevri ve kanları deliyken yemi irileştirip, eylülün sonundan beri görmedikleri cırlavuklara (4) yahut soğuyan havanın tükettiği atmaca güvelerine öykünen irice bir yemlik onları tek bakışta kandırabilirdi elbet.

Misinanın düğümünü yemin iğne gözüne oturttuğum o an kaynayıp kırışmıştı sazlık yanındaki dar açıklığın gölgeli yüzü. Vakti geldi, dedim içimden.
Haydi Çapar, haydi!
Bir, iki ve üç. Dikkat et! Kayağın müştemilatına takmadan sal ipi elinden…
Usulca sal ki uçsun yemin, ağzı açık bakakalmış o büyük ağzıbüyüklerin üzerinden – de düşsün suya dermanı kalmamış bir böcek gibi.
Azgınların az berisinde oyalansın – sazlarla gölgelenmiş su yüzünde.
Uçtu florışıltılı yeşil ipim. Uçup gitti avucumda biriktirdiğim üç beş atımlık halka boyunca. İpim bitip tam suya kavuşacakken yemim savrulup yükseldi göğe. Öyle böyle değil yalnız bu yükseliş. Ardı açık ve esintisiz bir kıyıda bile kimi vakit bu kadar temiz uçurmak zorken böylesine iri yemleri, kamışımdan kısa bir kayağın üzerinde oturarak ipi temizce serip yemi son kertede suyla buluşturmak şımartıcıydı basbayağı. Yem apansız düşmekten ziyade aheste uçan bir böcek gibi kondu sanki suya. Umduğum yerin az daha berisine kondurmuştum yemi ya ziyanı yoktu çok fazla: Ha bir metre ileri, ha bir geri farketmezdi böylesine doğal bir konduruşun sonunda. Farketmedi de…
6’sı da yaman, 6’sı da yaban!
Günün orta vaktinde Seyhan’ın bu bildik ama ırak kıyısında uçurduğum yem suya konduğu anda olan oldu. Kamışı dikip balık makaranın kavrayışına kalana dek sanki ben yoktum. Tarpon 100 yitik, uçurma kamışı sanki kıyıda salınan kısa sazdı. Hiçbir şeyden ürkmeksizin ve varlığıma aldırmaksızın tüm hışmıyla yükselip tombul yeme kanan ilk balığın, ardında yüzen eşlikçisinden evvel bu tüy yumağına abanışını izliyor, tüm bu olan bitenin her anına tanıklık ediyordum işte. Bu değil miydi zaten tüm arzum? Güz sonuna kalmış birkaç kabadayıyla kayak üzerinden tokalaşmak, uçurma ipiyle onlara galebe çalmak için sudaydım. İlk düşen bu balık yaman şekilde savaşıyor, ağzındaki ince sızıya aldırmaksızın pek bir iştahla lokmasını yutmaya çalışıyordu. Tek endişem bu yabaninin hemen ardındaki yatık sazların uzun dalları arasına yönelip hem kendini hem takımı dolayabilme ihtimaliydi.
Sazlığa ilk yönelişinde hızlı bir tepki ile kamışı yeniden dikivermiş ve balığın güzel uzun bir sıçrayışla dallardan uzaklaşmasını sağlayabilmiştim. Ama giderek hiddetlenen balığın dizginlenemez gibi görünen deliliği onu zapteden 7 numara ip üzerinden kayağa sirayet ediyor ve neredeyse 70 santimlik boyuna karşılık en çok birkaç kiloluk cüssesi ile 3 metrede 120 kiloluk kayağı çalılık kıyıya doğru çekiştiriyordu. Bu yönelimi fark ettiğimde kamışı sancak omuzluğuma doğru gererek yatırdıysam da nafile. Birkaç dakikanın sonunda kıç omuzluktan kıyıya yanaşmıştım. Ancak kuzey coğrafyasının en uzak meralarını görmüş uçurma kamışımı dirseğime kadar uzanan çalılardan uzak tutabildiğim sürece sorun olmazdı. İpin her iki ucundaki fevkalade yüksek adrenalin düzeyine rağmen tüm mücadelemi sakince sürdürebilirsem, bu güzel balığı pekâlâ güverteye alabilirdim sonunda.
Yıllardır “fly balıkçılığı” gibi uyduruk ve zorlama bir tanımlamayla söze başlayıp “uçurma oltacılığını” anlatmamı isteyenlere ilkin acelecilikten uzak ve telaştan muaf bir disiplinden bahsettiğimizi bilin, diyerek söze başlamam elbette boşuna değildi. Kayak ile oltacılıkta da mevzu uçurma ise hız fizikten ziyade düşünsel yanda daha önemliydi. Denge üzerine kurulu bir sahnede fevri tavırlar ve yüksek heyecan olası bir başarılı yakalayışı sabote edecek sakarlıklara davetiye çıkarmak anlamına gelirken gözetilecek dengenin fiziken olduğu kadar ruhen de sağlanması durumunda net bir alan algısı kazanılabileceğini çoktan öğrenmiştim. Bu işte hızın önemli olduğu yegâne bölüm sahne dinamiklerinin değerlendirilmesi ile ilgili olanıdır. Zira meseleyi kavramış bir uçurma oltacısının acelecilikten uzak ve aheste tavırlarla sürdürdüğü her bir fiziksel faaliyetin arka planında üzerinde yem uçurduğu dinamik ortamın temel değişkenlerini çabucak algılayarak bunları süratle değerlendirebilme mahareti yatar. Oltacının bu konudaki odak aralığını belirleyen görme, düşünme ve yorumlama hızı; başta yer tespiti ve yem tercihinin doğruluğuna etki ederek hedeflenen balığın eldesindeki en önemli mücadele enstrümanlarını oluşturan ip ve kamışın hatasız manevralar ve gecikmesiz tepkilerle doğal bir salınımın usulluğu içinde kullanımını mümkün kılar. Sonuç ise olağan hızda süreduran yinelemeli bir dizi teknik hareketin ardından gelişen olağan üstü ve alt yazısız bir aksiyondur. Tıpkı o gün, takip eden birkaç saat içerisinde yapıp yaşadığım türden tatminkâr bir macera.

Bir sıra ilmeğine bile doğru düzgün emek vermemişken hepsini kendimiz dokumuşçasına kesip biçtiğimiz şu hayat kumaşındaki en güzel desen üzerinde eğleniyor, oltamın ucundaki yemleri canlıymışçasına uçururken adeta kayağımla ben de uçuyordum. Güzel balıklar kandırıp çokçasının aklını çelmiştim yine. Yakaladığım on balığın içerisinden alıkoyduğum altısı, hem anılarımın hem de onları paylaşacağım soframı kıymetlendirmeye yeter de artardı. Kamışımı ayırıp orta ambar kapağında yemlerimi kurutarak güney esintisinin yavaş yavaş bulandırdığı sığlıklardan ayrılmaya hazırlandım.
Her bir kürek vuruşumla kıyı boyunda serpilmiş şu yarım asırlık çamlığın salınan gölgelerinden dal dal, ibre ibre sıyrılarak haliç girişinin pırıltılı açıklığına doğru kayarken uçurmanın hazzı ile yarılanmış bu gün yeterdi bana. Termosta kalan son bir bardak kahvenin tatlı-acı tadında izledim henüz terkettiğim sazlığa yerleşen cüce balabanı, önleri sıra kaydığım iki küçük ak balıkçılı. Nehirden denize, diyerek anlattıklarımı dinlemeye hevesli olanlara layık bir seferin hazzına böylesine ermişken, yaşadıklarımın pek azını dillendiren bir günceyle kürek suyunda sürdüğüm keyfi okuyucularıma paylamalıydım biraz da.
Daha ne olsa diye düşündüm de, daha ne olsundu ki. Kayak üstünde uçurmak ve ağzıbüyükleri azdırmak, kandırmak, pek azını tutup çokcasını kaçırmak, salmak… Uç Tarponcuk uç!…
1. Tarponcuk: Tarpon 100. Wilderness System üretimi efsanevi kayak ailesi Tarponların -10 ayaklık- en küçük üyesi için yazarın kullandığı anış.
2. Ağzıbüyük: Çukurova ağzı ile tatlı su kefali (kasna).
3. Dubara: Çukurova ağzı ile yemlik sayılan her türden küçük balık.
4. Cırlavuk: Çukurova ağzı ile ağustos böceği.
Bahadır Çapar
Ekim 2013, Adana


3 Yorum. Leave new
Benim de bazı modifikasyonlarla balıkçı kanosu haline getirdiğim 2,80 ilk bir kanom var ve şimdilik işimi görüyor. Ancak denizde de bu keyfi tatmak istiyorum ve bu kano işimi görmeyecek. Şu an 2. el 3,80 lik bir kano bakıyorum ve ümit ediyorum ki iyi bir tane bulabilirim. Yazı formatınız, üslubunuz çok iyi Bahadır bey. Bir Türk Dili öğretmeni olmam hasebiyle daha ilk yazınızı okuduğumda dikkatimi çekmişti. Yazılarınızın ve maceralarınızın devamlı olması dileğiyle. Avınız bol ve bereketli olsun!
Heveste bir olduğum böylesine nazik bir dost’u satırlarımın arasında zamandan muaf mavi-yeşil coğrafyalara götürebildiysem eğer; dillendirilmiş bu müstesna beğeninin keyfini süreceğim biraz daha. İzninizle Okay…
I have read the whole article. I can learn a lot of things about kayak fishing. Your writing is really informative and helpful for anglers. I hope I will implement it in my fishing and enrich my experience. Can you write include some videos? I think it will be better for the visitor. Thanks for this nice post.