

Susuz Yaz
2. kısım | Su’yu korumak, Dünya’yı; kısaca yaşamı korumaktır.

Belki de henüz akıyorken bir avuç temiz suyu yüzümüze vurarak artık uyanmalıyız! Türkiye su varlığı açısından fakir olmadığı gibi zengin bir ülke de değildir.
Artık anlamalıyız!
Doğudan batıya yaşanan neredeyse bir asırlık göç ile su kaynaklarının mevcudu ile nüfus yoğunluğu arasında beklenen doğrusal uyum giderek kaybolmaktadır. Nitekim doğudaki su potansiyeli, toprağa düşen ve akışa geçen yağış itibarı ile hayli yüksek iken bu durumun çok daha zayıf şekillendiği batı havzaları üzerindeki tüketim baskısı ve kirlenme düzeyi her geçen gün daha da artmakta.
Artık yapmalıyız!
Madem ki görünen de raporlarla söylenen de iklimsel düzensizlikleri ön sıradan yaşayacağımız yönünde; o hâlde suyumuzu verimli şekilde kullanmalı, kirletmekten kaçınmalıyız.
Madem ki yarı kurak bir coğrafyayı yurt tuttuk; o hâlde su güvenliğini sağlamak amacı ile mevcut kaynaklarımızın akılcı ve etkin kullanımı konusunda müspet ve öncül politikalar geliştirmeli, suyu kendimiz için olduğu kadar yaşam verdiği çevresi içinde değerli görebilmeliyiz. Ülkemizde işgücü istihdamında tarım ve tarımsal üretimin değeri ortadadır. Kuraklığa karşı alınması gereken ilk ve en önemli tedbir havza yönetimidir. Zira akarsuların doğal rejimlerine bağlı olarak kıyısal alanda ve ardındaki havzada şekillenen doğal yaşamın dinamiklerini göremeyen kör politikalarla, suyun kıyısında susuzluk çektirdiğimiz çevreyi daha fazla göz ardı etmemeliyiz.

(Bkz. Yaşananlar HES dedirtti!)
Su güvenliği ve sürdürülebilir kaynak yönetimi faslı, geleceğe dair realpolitik anlayışın bir parçası olarak görülmeli, birey yaşamında karşılık bulmuş sosyal bilincin dinamikleri arasında mutlak bir yer ve gündem tutmalıdır.
Bu durumda kaynağın ve doğal çevrenin sürdürülebilirliği temelinde gerek tarımsal kullanım, gerek hidroelektrik ve gerekse içme suyu ölçeğinde suyu bütçelendirilmiş rezervlerin güvenliği, ülkemizin su politikalarında öncelikli başlıklardan biri olarak icraata konu olmalıdır. Zira su güvenliğini sağlayamamış, suyunu güvenilir kılamamış bir ülke, su ile mutlak ilişkiye sahip olan gıda ve enerji güvenliğinde alınması gereken hayati tedbirleri ıskalamış, ekolojik, sosyal, ekonomik ve siyasi açıdan ciddi sorunlara kucak açmış olacaktır. Sosyal ve siyasi sorunların sadece bizlere dair olacağını, ülke sınırları içerisinde kalacağını/yaşanacağını düşünmek yazık ki büyük resmi görmemek olur. Nitekim sınır aşan sularımızın kaynak güvenliği uluslararası siyasetin belirleyici odaklarından biri durumuna gelmeden bu kapsama ilişkin yöneylemimizi rasyonel ve sürdürülebilir bir çerçeveye oturtmuş olmalıyız.
Suyu korumak, Dünya’yı; kısaca yaşamı korumaktır.
Hayal kurmaktan vazgeçmeliyiz: Alternatif kaynak arayışına girmeden evvel mevcut kaynakların akılcı ve sürdürülebilir kullanımını geliştirerek sürekliliği olan politikalar ortaya koyabilme becerimizi geliştirmeliyiz. Aksi takdirde olanı koruyarak sürdürülebilir kılmak adına yapılacakları akıl ile hesap etmeyip vicdan ile öz eleştiri yapmaksızın teknoloji yardımı ile alternatif kaynak arayışını bir kurtuluş olarak algılamak, olası bir çözüme doğru atılan bir adım olmaktan ziyade doğal dengeleri önemsiz gören bir yanılsamanın gerçekleşmeyecek hayali olarak kalacaktır. Deniz suyunu tatlısuya çevirmek gibi yüksek maliyetli ve esasında ölçek itibarı ile çevre açısından da sakıncalı olabilecek alternatifler üzerine fikir geliştirmekten daha önce hazırdaki kaynakların temiz ve etkin kullanımına odaklanmalıyız. Suyumuzu temiz ve var kılmak adına cüzi tasarruf imkanlarını dahi hesaba katmak için akarsularımızın kuruyup topraklarımızın çatlamasını beklememeliyiz. Coğrafik topoğrafyanın müsait olduğu alanlarda doğal denge üzerindeki etkileri en ince detayına kadar düşünülerek tahribatı olabildiğince indirgenmiş yeni depolama alanlarının projelendirilmesini bir fantazi olarak değil bir realite olarak değerlendirmeliyiz. Kısa ve uzun dönem havza yönetim planlarının netleştirilerek periyodik rezerv izleme raporlarının düzenlenmesini ve konuya ilgi gösteren bizler gibi sivil örgütlerle paylaşımını, ortak iradenin tesisi yanında toplumsal bilincin geliştirilmesi için de gerekli görüyorum.
Hem birey hem de sivil toplum kuruluşları bazında tartışmamız gereken ana gündem ne zaman –tatlı ya da tuzluluğuna bakmaksızın– bütünsel bir yaklaşım ile tüm su coğrafyamız olur, gerek yer altı gerek yer üstü su varlığımızın önemi, güvenliği ve yönetimi sürekli konuşulur bilemiyorum ama su güvenliği, enerji ve sürdürülebilir kaynak yönetimi faslı, geleceğe dair temel politik anlayışımızın bir parçası olarak görülmeli, birey yaşamında karşılık bulmuş sosyal bilincin dinamikleri arasında mutlak bir yer ve gündem tutmalıdır. Sadece içilebilirlik yönünden tatlı su kaynaklarımızın taşıdığı yaşamsal değer itibarı ile değil; stratejik önemi ve içerdiği canlı cansız her türden kaynak itibarı ile üç yanımızı çevreleyen denizlerimize mülk olarak sahip çıkılmalı, Anadolu yarımadasını çevreleyen tüm bu mavi coğrafyanın dalgalı sınırları da en az kara sınırlarımız kadar önemle hesap edilip mülkiyeti her ölçekte korunup çocuklarımız adına kollanmalıdır. Bu minvalde Dünya su gününün bu yıl ki temasının ‘su ve enerji’ olması anlamlı olduğu kadar enerjinin güvenlikle neredeyse eş anlamlı görülmesi gereken yüzyılımızda üzerine düşünmemiz gereken mutlak bir odaktan –enerji sorunundan– su’ya dokunan akılcı ve stratejik bir yaklaşımdır.
Önümüzdeki 22 Mart’ta –muhtemen tematik çerçevesi ıskalanmış sığ bir yaklaşımla ama– bir günlüğüne de olsa “su” yine medyada yer bulacak. Bakalım ardından yaklaşan yerel seçimlerin kaygısı ile geleceğimize dair meydanlarda dillendirilen siyasi söylemlerde su’yumuz ne kadar yer bulacak? Oysa yerel yönetimlerde bu hususta uzgörü ve söylem geliştirebilmiş, proje hedefleri belirleyebilmiş yöneticilerin geleceğimize en önemli katkıları yapacağına inanıyorum. İşte bu yüzden seçim öncesi bu detayda açıklamalar ve politikalar ortaya koyan adayları arayacak, şayet bulursam onların söylemlerine özellikle kulak vereceğim. Biliyorum ki su’yu korumak, Dünya’yı; kısaca yaşamı korumaktır. Geleceğimiz için bunun değerini acaba ne zaman anlayacağız?
Bahadır Çapar
Ocak 2014, Adana
2. kısmın sonu | yazının 1. kısmını göster

