

Denizel kaynaklarımızın geleceği
2. kısım | Bir zamanların kanaatkâr zanaatı “balıkçılık” bugün ne?

Mesleğin dışındaki birçok insanın da fark edebildiği üzere bir zamanların mazbut balıkçı tekneleri son yıllarda iddialı balıkçı gemilerine dönüşmekte. Fakat bu dönüşümü denizdeki balığın bolluğuna veya tonajlı gemilerin daha çok kazanç sağladığına bir işaret saymak safdillilikten başka bir şey olmayacağı gibi bu durum daha çok balıkçılıktan başka hevesi ve/veya çaresi olmayan meslek erbabının çoktandır kötüye giden işlerin ve katlanarak artan borçların üstesinden daha çok mera gezip daha çok balık tutarak gelme gayretinin bir sonucudur. Diğer bir anlatımla bu dönüşümün esası, çoktan kıta düşmüş balığın kökünü bu kez teknolojiyle bulup makine kuvvetiyle kaldırarak ayakta kalmaya çabalamaktan fazlası değildir. Üstelik yanlış yönde ve yanıltıcı bir söylemle değişen filo, son yıllarda daha da kötüye giden balıkçılığın çöküş sürecini daha da hızlandıracak aksiyonlar ortaya koymaktadır.
Olanı size bir de şöyle örnekleyeyim:
Deniz bahçesindeki ulu ağaçların kuvvetli ve kalın gövdeleri çoktan kesilip yakıldı da şimdi sıra toprak altında kalan köklerinin çıkarılıp yakılmasına geldi. Balıkçının dur’u anlamaz yeter’i bilmez bir tavırla yaptığı bu “son” balıkçılık, hesapsızlığı ve uzgörüsüzlüğü vurgulamak adına verdiğim kalan kökleri çıkarma örneğindekine benzer bir psikolojiyle; yeniden filizlenerek yine büyüme ihtimali olan o son canlı kökleri, sadece üşüdüğü için -artık iş görmeyen baltalara karşılık alınmış- çelik ve bükülmez kaldıraçlarla kanırtarak varolduğu ilk günden beri tutunduğu yer’inden söküp çıkarmaktan başka bir şey değil – ne yazık… İhtiyacını karşılayacak kadarıyla dolu bir odunluğu olduğu hâlde ihtiyacından fazlasını keyfiyetle yakan birinin kış geçmeden odununu bitirmesi kaçınılmazsa elinde baltayla soğuktan şikayetlenerek girdiği kış ormanındaki yaprağı, yemişi dökülmüş kavruk dallarıyla yeni baharı bekleyen meşenin, ardıçın günahı ne ola? Aman dileyememek, kaçmayı becerememek mi?…
İşte bizim her yeni sezon bir kez daha tanıklık ettiğimiz bu ‘son balıkçılık’, dar’a düşürülmüş balık stoklarından ötürü hesabı iyice şaşıp zor’da kalmış balıkçının, teknoloji ve makine zoruyla yaptığı bir çeşit zorbalığa dönüştükçe bir zamanların kanaatkâr zanaatı olan balıkçılığın kaçınılmaz son’u da hızla şekillenmekte.
Belli ki balıkçının geçen asrın son yarısından bu yana sahada icra ettiği zorlu zanaat(!), yarının balığını bugünden tutup satmaktan başka bir şey değilmiş. Oysa mevcudu korumaya, herşeye rağmen suda kalanı kendi doğasında, mavi dünyasında çoğaltmaya dair detaylandırılan her icraat, daha söz aşamasında iken -uzgörülü ve vicdanlı zanaatkârlar olması beklenen- ticari balıkçılar tarafında direnç görmekte, denizden gelen irata ve üzerinden geçinip hesapsızca yüklendikleri hâlde çatırdadığını ve artık menteşelerinden ayrılmaya başladığını görmezden geldikleri kadim zanaat kapılarına vurulmaya çalışılan kilitlermiş gibi şiddetle kırılmaya çalışılmakta.

Kendini balıkçı sayan her ferdin son 50 yılın muhasebesini -ister küresel ister bölgesel ölçekte- yapması ve bunu yaparken de yakın zamanın çoğu namlı balıkçısınının neden şimdi devletin biçtiği hurda parasına bile çalışır durumdaki kayığını vermeye hazır ve bir zamanlar yancısı olan ufak kayıklarda pay+hürmet karşılığı çalışmaya neredeyse razı olduğunun sebeplerine etraflıca kafa yorması gerekir. Ancak hakkaniyetle yapılacak böylesi bir iç muhasebe, balıkçılığın yarınına dair dillendirilen bu kaygının hiçte abartılı olmadığının anlaşılması ve bundan sonra nelerin yapılmaması gerektiğinin kavranmasını sağlayabilir. Zira camianın içinde yaşanan bu tarz örnekler, bir birey olarak her balıkçının uyması gereken nefsi perhizi tüm vicdanı ile idrak etmesi için emin olun yeterlidir.
Çözüm odaklı düşünmenin, zamanı geçmektedir. Daha çok zamanımız, herşeyi bir anda düzeltecek gücümüz ya da nihai bir çözümümüz varmış gibi kıyılarda oyalanıp sebebi olduğumuz onca olumsuzluğu görmezden gelerek gamsız bir balıkçılığa daha ne kadar devam edebiliriz? Nitekim bizim için “o gün dememiş miydik”, demenin yarın hiç bir kıymeti olmayacak. Ticari balıkçılığı sürdürülebilir kılmanın ilk adımı; mesleki balıkçımızın kronikleşmiş yanılgılarındaki ısrarını ve hukuksuzluğu ortada olmasına karşın birçoğunun da yanlış ve yasadışı balıkçılık faaliyetleri sürdürmedeki gözü karalığını ekmek parası kazanmanın kutsiyeti ile aklayıp deniz altındaki hoyratlığı mazur görmekten vazgeçerek aşırılıkla bağdaşamayacak vicdani bir zanaatın icracısı olduğunu bir an önce hatırlamasıdır. Kendisini pek zahmetli bu mesleğin erbabı sayan her balıkçı, balıkçılığın kadim kültürünü usül’den olduğu kadar esas’tan da sahiplenmesi gerektiğini vakitlice anlamalıdır. Ancak; denizel canlı kaynakların küresel ölçekte bugün geldiği kritik noktada ‘balıkçılığın kaderi’ bu mesleği kısa vadeli bir gelir kapısından öte görmeyen, hafızasız ve nefsini yazık ki vicdanının önünde tutmaya devam eden bir camianın insafına bırakılamaz.
Çabuk davranarak eksiklikler tespit edilmeli ve işin vehametini kavrayan yasa koyucular ve koruyucular tarafından yapılması gerekenler birbiri ardı sıra gerçekleştirilmelidir. Öncelikle ulusal ticari balıkçılık filomuzun veri yönünden güvenilir bir envanterinin çıkarılması ve doğal kaynaklara dayalı su ürünleri istihsalimizin aslında ne olup olmadığının görülerek milli filonun yeniden ölçeklendirilmesi gerekmektedir.
Deniz ürünleri istihsali sektör kimliğiyle bütünleşik bir çerçevede ele alınarak yasa dışı avcılığı ve kayıt dışılığı dizginlemek adına doğal balık rezervlerini sömüren müstahsil balıkçılar kadar sektörün pazar ayağında ilk sırada konumlanan aracı unsurların ve ikinci ve üçüncü basamaktaki taze balık ticareti yapan kişi ve şirketlerle işlenmiş deniz ürünü üreten/satan özellikle büyük şirketlerin balık tedarik zincirinin özenli ve dikkatli bir şekilde sürekli izlenebileceği güvenilir protokoller geliştirilmelidir. Balıkçı teknelerinin birer işletme, gemi çalışanı sezonluk balıkçılarınsa deniz işçisi olduğu gerçeğinden hareketle balıkçılığa harcanan emeğin karşılığı kendi dinamikleri bağlamında sosyal haklar ve iş güvenliği açısından kayıt altına alınmalıdır. Anılan bu düzenlemelerle koordineli şekilde balıkçılık sektörünün ticari avlanma ruhsatlarının tür bazında tanımlanarak yine tür bazında müstakil tekne kotalandırmasına dayalı bölgesel balıkçılık yönetiminin planlanması, ticari istihsalin deniz ve içsular şeklinde işin henüz başından ayrılmış iki segmentte yeniden programlanması, konservasyon sahalarının belirlenerek etkili bir biçimde denetlenmesi, gerek nafaka balıkçılığının korunmasını gerekse rekreasyonel balıkçılığın kurumsal gelişimini sağlayacak olan kooperatifleşme- dernekleşme süreçlerinin etkin şekilde desteklenmesi ve hepsinden önemlisi; kısmen de olsa sivilleştirilmesi gerektiğine inandığımız koruma-kontrol mekanizmasını etkin olarak çalıştıracak tematik yönden eğitimli ve gözüpek kadroların tesisi gibi mevcut düzen için çoğu radikal sayılabilecek ancak bizce balıkçılığın geleceği adına elzem olan temel başlıklar denizlerimiz tuzlu su çöllerine dönmeden gündeme alınmalı, yılmaz bir tavırla gereken tüm düzenlemeler gerçekleştirilmelidir.”
Bahadır Çapar
Eylül 2013, Adana
2. kısmın sonu | yazının 1. kısmını göster

