

Güzün Sarısına Bulalı
2. kısım | “Tek mermiye kalmış asker”

Balığı hafifçe yukarı koşturmalı ama narin ağzına vurduğum geme olabildiğince asılmadan bunu başarmalıydım. Sağ elimle olta kamışını direrken ayak hizama eğilip el yordamı ile birşeyler aradım. Misket büyüklüğünde yuvarlakça bir taşı hissettiğimde artık sol elimin marifetine güvenmekten başka seçeneğim yoktu. Önüne değil. Çok ardına hiç değil! Yakınına; tam da akıntıya karşı vurduğu kuyruğunun hizasına düşürmeliydim. Herşey atacağım bu taşın minvalinde şekillenecek; balık ürküp az ileriye yürüdüğünde bedeni bir kararda toplayıp onu akıntıya kaptırmadan sazlıktan uzaktaki bu taşlı yalın kıyıya getirmeyi deneyecektim.
Hafifçe güldüğümü hatırlıyorum. Cephenin küçük ölçekli bir modeli üzerinde tahkim ve sevk olasılıklarını hesaplayan tek mermiye kalmış bir asker gibiydim ne de olsa.
…veeeee Ateş!
Fırlattığım taşın nereye düştüğünü görmedim bile, ama tam da istediğim olmuş balık belki de kendiliğinden yukarıya, akıntıya karşı yürümeye başlamıştı. Sarmaya hazırlanarak kamışımın ucunu suya yaklaştırmıştım ki balık, hiç ummadığım şekilde birden birkaç sağlam kafa vuruşunun ardından tüm ısrarından vazgeçip usulca bana doğru seyirtti. Balığın şaşırtıcı bir sakinlikle yüzeye yaklaşıp önüme kadar aheste yüzüşünü izlerken oltadakinin tavırlarını bir şablona sokmaya çalışmanın anlamsızlığını düşünüyor oltacılığın her yakalayışta yeniden deneyimlenen bir rastlantısallıktan ibaret olduğu gerçeğini bir kez daha idrak ediyordum. Balık beklenmedik bu tavrıyla beni, ince misinayı sarma telaşından kurtarıp –tüm tonlamaları ile seçebildiğim sarı donuyla– şu yukada durmuş ona dokunmamı bekliyor gibiydi.
Nazikçe ensesinden kavrayarak çıkardım sudan. Direnmeye yeltenmedi bile. Silindirik ve sıkı gövdesine karşılık yuvarlakça yüzü ve kendine has masum sıfatı ile sevimli mi sevimli gürbüz bir oğlan bu. Karnına doğru barizleşen sarımtırak renk, kısım kısım kızarmaya, yanakları da hafiften sivilcelenmeye başlamış. Şöyle iki elimle tutup uzun uzun seyrettim Göksu’nun sarıbalığı sirazımı. Sanki henüz gelen güzün sarısına erkenden bulanmış bu balık, kille, tanenle şerbetlenmiş şu akarsudan çıkmamışcasına parlak ve gözalıcıydı.
Sonrasında mı?
Bu sarışın oğlanlardan bir ikisine daha tesadüf etme arzusu ile giderek soğuyan kıyıda günbatımına değin süren gayretim –yapanların altından eğilip karamıklar arasından seyirterek vardığım o ırak, o ardıç kuşlarının ötüşü ile şen– şu suda karşılığını bulacaktı elbet. Semirmiş sirazların güzün başından sarıya buladığı bu gök rengi suyun uzak diyarına kimbilir bir daha ne vakit gelecek, berdilerle kaplı kıyılarında elimde olta daha kaç kere eğlenecektim. Kimbilir…
Bahadır Çapar
Eylül 2005, Adana
yazının sonu | yazının 1. kısmını göster
