Uzun lafın kısası; oltacılığın bilindik teknik minimalizmini –bir vesile ile kulağına çalınan– popüler LRF denkleminde henüz keşfetmeye başlayanlara önerebileceğim eski bir makine ailesidir Mitchell’in M300 serisi. Bu üç harfli İngilizce kısaltmanın (LRF) orta harfine karşılık gelen kaya (R: rock) ifadesi ile esasen ilişkeni bol ve sığ meraların nispeten yerleşik ve ancak aile sofrasında değer görecek küçük balık türlerini hedefleyen bir olta usulü vurgulanırken böyle bir usulün gereği üretilmiş –hepsi küçükler kategorisine dahil– bilumum makine ve teçhizat içerisinde onlarca yıl beğeni ile kullanılmış üç farklı kalibreden müteşekkil bilindik bir seriden bahsediyorum yani. İçlerinden alarak kullanmaya değer gördüğüm olta makinesi ise bu yazının başlığından da anlaşılacağı üzere serinin en küçük yeni doğanı olan M310 pro.
Mitchell 310 pro ile güz kefalleri
15 kalibrelik yeni M310pro ile 30 yıl sonra yine bir “ilk gün”
Sabit makaralı olta makinelerinin ilk yetkin Avrupa üretimlerini içeren yarım asırlık efsanevi 300 serisinin genetik mirasını taşıyan ve mekanik detaylarına odaklanarak teknik bir incelemeye de konu etmek istediğim Mitchell’lerimi siparişimin üzerinden geçen onuncu günde nihayet teslim alabilmiştim. Şimdi elimde tutabildiğim 18 kalibrelik kırmızı-siyah bu kemikli makinenin yeterliliklerini tetkik edebileceğim atıp çekmeli, ucundakilerle bol çekişmeli bir tanışma etkinliği planlamalı, vakit kaybetmeden zamanının pek güzeli bu minyon Fransızı işinin başında tanımalıydım.
Birkaç günlük ayrılığın ardından 310 pro ile tekrar birlikteydim. Cumartesi gününün öğle sonrasında 2 saatlik bir fırsat yaratıp ağzıbüyük (tatlısu kefali) yakalayabilmek hevesi ile tenha olmasını umduğum yakın merama ulaşmıştım. Nispeten durgun havaya karşın güz ortasının hoş ılıklığında aheste salınan kıyı ormanına karşı durarak ilk çayımı yudumlamaya başlamıştım. Bir çift mavi yalıçapkınının –tam da önümdeki açıklıkta– birbirlerini ısrarla kovalayarak oynaşmalarıyla neşelenmiş şekilde çantamdan çıkardığım 30 milimlik vobleri usulca kılavuza iliştirdim. Elimde tuttuğum 180 cm.lik kısa gönderli kamışla Mitchell 310 pro‘nun kombinasyonu uzun seferlerde kolay ve keyifle kullanabilecek bir profil oluşturduğu için memnundum da. Daha ilk atışımda rahatlıkla 25 metrelik bir mesafeye ulaşan 4 gramlık voblerin erimi fazlası ile tatminkârdı. Ø 0,20 mm.lik multiflaman olta ipi yüklediğim küçük makaranın dar tamburu frenleyici bir sürtünme yaratmaksızın sorunsuz şekilde ip sağıyor, henüz tam olarak ıslanıp yumuşamamış ipe rağmen menzil konusunda herhangi bir zafiyet göstermiyordu. Kaldı ki makinenin yanında verilen ikinci aluminyum makaraya kalitesine güvendiğim Ø 0,18 mm.lik naylon monofilamanlardan 100 metre yükleyerek getirdiğim hâlde belli ki bugün kullanmaya ihtiyaç duymayacaktım. İlk birkaç atış makinenin sürüşü hakkında yeterli fikri edinmemi sağlamıştı.
10 mini rulmanla sağlanan yumuşak ve nispeten sessiz bir sürüş, her yeni makine gibi Mitchell içinde hoş bir başlangıç demekti ama sürüş kalitesini peşinen tasdiklemek için bu kadarlık atış elbette yetmezdi. İleride kısım kısım soyulacağından emin olduğum silikonize mat kaplamasına rağmen şu güçlü polimerik kaportanın sakladığı mekanik bileşenlerin çalışırken ürettiği sağlıklı titreşim bakalım yük altında ve sonrasında ne kadar değişecek, günün sonunda sürüş kalitesinden ne kaybedecekti?
Küçük kalibrede kompakt tasarımlı birçok olta makinesi eskittiğimden iyi bellediğim minikler segmentinin sarım standartları ile M310 pro’nun sağlayacağı denklik, merak ettiğim bir diğer noktaydı. Zira kullanacağım yapay yemlerin tipi ile ağırlığı konusundaki tercihlerimi belirleyecek ölçüde önemli gördüğüm iki özellikten birisi sarım yolunun uzunluğudur. Bu makinenin sahip olduğu 5,2 rasyonluk mekik devri, makara tam yüklüyken kolçağın tek turunda yarım metrenin altında kalmasını istemeyeceğim sarım yolunu ~52 cm.lik değerle ucu ucuna da olsa sağlıyordu. Bu detayları fark etmek gayreti ile yemi atıp çekerken birden kamışın sertçe sarsılarak ambreyajın ince bir cızırtıyla devreye girmesi beni hazırlıksız yakalamıştı. Bir balığı bu kadar erken kandırmayı beklemiyordum ama oltam bir ucundan çekiştirilirken bu ufak tefek makinenin karşı direnç altındaki ilk performansını gözlemleyerek o ana kadar ki görsel değerlendirmelerimin sağlamasını yapma imkânına da nihayet kavuşmuştum.
Balığın ilk anda sergilediği birkaç kuvvetli geri manevrayı hızlı bir ambreyaj reaksiyonu ile savuşturmamı sağlayan makinem sarım ve sağım anlarında oldukça rahat çalışan ve birkaç kere müdahale ettiğim makara üstündeki balansörle kolay ayar tutan bir ambreyaj (kalama) düzeneğine sahip. Sahada yetkinliği itibarı ile 10 üzerinden 8 yıldız verdiğim Mitchell 310 pro‘nun doğu Avrupa, ortadoğu coğrafyası ve Afrika pazarına (EMEA) dönük ürettiği bu versiyon, takip eden birkaç saatlik etkinlik içerisinde 5 balığa galebe çalmamı sağlayarak küçük oğlumun (Batu) ilk deneyimlerinde ki mühim vazifeyi hakkı ile görebileceğine beni ikna etmişti. Bu kadarı yeter dediğim son sarımda makineyi dinlemeyi ihmal etmedim elbet. 20 kalibrenin altındaki böyle bir makine için fena sayılmayacak bir dizi yüklenmenin ardından mekik kolundaki kılavuzlayıcı makaracığın yağlanması gereğini hissettiren zayıf bir vınlama dışında çalışan mekaniğin titreşimi değişmemiş, sürüş kalitesi henüz bozulmamıştı. Artık şöyle böyle derken zaten kalibresine uygun 5 balıkla sınanan bu makinenin bir sonraki durağı söküm tezgâhım olur, diyerek baştan sona son bir kez daha süzdüm onu. Buraya kadar kesinlikle “iyi” diyebileceğim M310 pro’yu kutusuna koyarak satışa sunmak adına Mitchell’in bu makineye layık gördüğü işçilik, malzeme ve mekanik kalitesine dönük değerlendirmelerim bakalım nasıl olacaktı?
Akbalık / Ağzıbüyük Squalius lepidus Heckel, 1843
Muhtemelen evlatlarım da –tıpkı benim gibi– uzun yıllar bu küçük makineleri kullanarak en güzel ve hatırlanası oltacılık tecrübelerini belki de M310pro’yla edinecekler.
İkisini geriye saldığım güz kefallerinin irice olan üç tanesini alıkoyarak son bir bardak çay eşliğinde günü tamamladım. Coldplay’in “Midnight“ı eşliğinde sararan yeşiller arasından aheste bir tavırla çıktığım bir avuçluk Çukurova pastorali, anayola kavuşmamla dikiz aynasında yitip gitmişti. Öğle sonunun huzur veren dinginliği ise şehrin durmaksızın akan gürültülü trafiğinde yavaş yavaş siliniyordu.
Bahadır Çapar
Ekim 2015, Adana
yazının sonu | yazının 1. kısmını göster