Böyle kestirmeden giden bir yaklaşımı peşinen kabullenmek doğru olmaz! Zira, “denge” merkezli tek bir söylemin hem oltacıya hem de kayağa göre değişebilen iki odaklı bir durumu tek açıdan sağlaması pek mümkün değildir. Öncelikle kayakta neden ayağa kalkma ihtiyacı duyulur biraz buna değineyim. Çıplak gözle ya da dürbünle ufku/uzağı gözlemleyerek hedef ve yön tayin ederken daha yüksek ve kaliteli bir görüş açısı elde etmek oldukça önemlidir. Aynı şekilde meranın verimli noktalarını –fazlaca sokulmaksızın– açıktan yapılacak uzun erimli atışlarla tarayabilmek için ayağa kalkarak olta kullanmak, özellikle de balıkların huysuz olduğu dönemlerde çoğu zaman ciddi bir avantaj yaratır. İşte hem böylesi avantajlar elde edebilmek için hem de kayak üzerinde pek fazla uygulayıcısı olmasa da uçurma (fly fishing) takımlarını kullanarak balık yakalamaya çalışmanın teknik gerekliliğinden ötürü (bkz. Uç Tarponcuk Uç!) pekâlâ kayakta ayağa kalkılabilir, ayakta kalma işi önemli hâle gelebilir.
4. Kayakta ayağa kalkamazsın.
Fakat en deneyimli ve dengeli kayak oltacısı için bile ensiz ve uzun bir kayakta ayağa dikilerek bu şekilde olta atmak fazlasıyla zor olabileceği gibi, yapılacak tekrarlarla dengenin geliştirilebileceği unutulmamalıdır. Ayrıca dar kabinli kayaklar kullanan özellikle benim gibi normalden uzun ve iri ya da aksine kısa ve kilolu kullanıcılar için bu iş başlarda gerçekten de güç olabilir. Bu yüzden ayağa kalkma alıştırmalarını sığ kıyı suyunda ve yüksüz kayakla yapmanızı tavsiye ederim. Kayak oltacılığının ilk şartı şüphesiz suya düşmek ya da ıslanmaktan korkmamaktır. Nitekim kayakla yaşanılan her serüven –ister ayağa kalkılsın ister sürekli oturulsun– daima bir devrilme ve ıslanma ihtimali taşır. Bunun farkına varmış ve kayağa özgü dinamikler çerçevesinde devrilmenin olağanlığını anlamış bir oltacı için ayağa kalkmak ne kaçınılacak bir şeydir, ne de gerekmedikçe yapılacak “artistik” bir hareket.
Bugün üretilen kayakların tasarım önceliği sudaki denge ve seyir kararlılığını artırmak yönündedir. Bu amaçla kimi kayakların ölçüleri daha fazla denge uğruna hızdan feragat edilerek genişletilirken, birçok üretici belli başlı açık kabinli kayak modelleri için oltacının ayağa kalkıp yaslanarak dengesini sağlamasını kolaylaştıran haricî donatılar geliştirmektedir. Bedensel dengesinin yeterince iyi olmadığını düşünen ve yine de ayağa kalkarak olta atmak isteyenler, bu şekilde donatılarak özelleştirilmiş geniş kayak modellerini tercih edebilir ya da sahip oldukları kayakları seyyar uskunduralarla donatarak dengenin korunumunu sağlayacak ekleme ve geliştirmeler yapmayı/yaptırmayı düşünebilirler.
Uskundurayla donatılmış uzun bir kayağın artan sürtünme yüzeyinden ötürü bir miktar hız kaybedeceği aşikârdır. Ancak, bu tip donatımlar kayağın dengesini önemli ölçüde artıracağından ayakta durmayı kolaylaştırırken büyük balıkla mücadelede de büyük avantaj sağlar.
5. Kayak/Kano, gerçek bir tekne ya da motorlu bir şişme bot alamayanlar içindir.
“Ya da bir diğer ifadeyle: “Kayak, balık avında bir teknenin ya da bir botun yerini asla tutmaz.””
Hâlbuki pek yaygın olan bu hüküm, matematiksel açıdan eşitliği değiştirecek küçük ama ciddi bir düzeltmeye muhtaçtır. O da; kayağın tekne ve bot dışında kendi dinamiklerini şekillendiren benzersiz fiziğidir. Elbette tüm bu vasıtalar su üzerinde yüzerek bir gayretle ilerler, ancak aynı düzlemde karşılaştırılamayacak kadar farklı nitelikleriyle biribirlerinden hayli farklılaşmış gereçlerdir ve balıkçılık adına birini diğerinin yerine koyarak denk oldukları savıyla kıyaslanmaları en çok karşılaştığım yanılgıdır. Elbette tekne ve bot birbirine daha çok benzer sayılsa da kayak ve kano onlardan bambaşkadır. Paragraf başında verdiğim cümleyi öğelerine ayırarak dizilimi biraz değiştirecek olursam kayağın benim gibilerin nazarındaki karşılığını en iyi yansıtan ifadeyi bulmak çok kolaydır oysa:
“Bir tekne hele ki şişme bir bot, oltacılıkta bir kayağın yerini hiçbir zaman tutamaz.”
Öte yandan finans odaklı ilk başlığa dönecek olursak; kayağın kendi grubunda tekneyle yahut şişme botla kıyaslanamayacak kadar değişken fiyat aralıklarına sahip ve serbest piyasa güdümünde çeşitlenmiş bir emtia olduğunu görmek için küçük bir internet taraması yapmak yeterli olacaktır. Belirli kalite kriterleri kapsamında yapılacak böyle bir araştırmanın sonunda elde edilecek alt ve üst fiyat aralığı arasında, meselenin aslında kişinin alım gücünden ziyade tercihine yönelik çeşitli fiyat basamaklarına dağıldığını anlamak zor olmayacaktır. Özellikle memleketimizde son birkaç yıl içerisinde birkaç yüz dolarlık Çin menşeli parti malı isimsiz ithalatlardan veya iyimser ancak henüz yetkin olmayan yerli üretimlerden başlayarak birkaç bin dolarlık etiketlerle satılan Amerika ve Avrupa menşeli kayaklara kadar giderek genişleyen bir kano/kayak piyasası oluşmakta.
Dolayısı ile bu farklı fiyatlar arasında iyi ve donanımlı bir kayağın fiyatı oldukça kaliteli cam elyafı (fiberglas) bir tekneyle yarışabilecek hatta onu geçebilecek düzeye çıkabiliyorken “tekneye gücü yetmeyenin tercihi kayaktır” şeklindeki bir söylem, teknik açıdan oltacılığa uygun şekilde donatılmış spesifik bir kayağın piyasa realitesiyle pek uyuşmamakta. Kişisel alım gücünü esas alan bu söylemin göreceliliğini ve geçersizliğini kanıtlamak için sanırım benim hikâyem yeterlidir…
Henüz yirmili yaşlarımda bugün için bile birçok balıkçı için temini ve işletmesi kolay olmayan 5.20 metrelik cam elyafı fiyakalı bir tekneye (ROTA Fisherman) sahiptim. Sonrasında şişme bot ve katabot gibi birçok gereci balıkçılık gayesiyle temin ederek belirli bir süre kullandım. Ancak uzun ve zahmetli tedarik sürecini göze alarak 2009 yılında elde ettiğim ilk kayağım ne onlardan daha ucuza mal olmuştu ne de o günden sonra ki oltacılık gayretimde onlardan yetersiz. Benimse artık kayık mı yoksa kayak mı, diye düşünmek yerine memleketimde pek kimsenin bilmediği, hele oltayla hiç binmediği kayağı anlamak ve onunla neleri nasıl yapabileceğimi öğrenmek için suda geçirilecek daha çok zamana ve uzun kürek seyirleriyle tamamlanacak oltacılk mesailerine ihtiyacım vardı, o kadar…
Sanılanın aksine tekneye giden yolun başı değil, tekne ile başlayan yolun sonuydu kayak… Ama ne son!
Bir teknenin ne hantal ve zahmetli, şişme bir botun ise ne güvenilmez ve oynak olduğunu anlamamı sağlayan şeydi o. Bir gaz kolunu aceleyle çevirip en sessiz motorda bile gürültü ve sarsıntı ile balık avlamanın yerine ayağımın bastığı herhangi bir yaban kıyıdan suya indirebildiğim, kürek çekerek erdiğim tenhalıklarda sakince olta atıp bir karışlık sığlıklardan birkaç yüz metrelik derinliklere değin sessizce kayarak balık yakalayabildiğim müthiş bir son.
Bana iyi gelen, beni iyi eden, ziyadesiyle oyalayıp eğlendiren…
Tekne alamamaktan mı? Boş versenize…
Bahadır Çapar
Temmuz 2018, Adana
yazının sonu | yazının önceki bölümünü göster