Oltacılık kariyerimin en önemli dönüm noktalarından biri de şüphesiz ilk deniz kayağımı alışımdır. Ne’mene bir şey olduğu hususunda kıt içerikli birkaç yazılı kaynaktan ötesine erişemediğim hâlde tekne, bot ve katabot (pontoon boat) üzerinden uzun zaman olta atmış iflah olmaz bir hevesin akıl edişlerinde yer bulabilmişti kendine, hem de ilk görüşte. 2009 yılının geçmek bilmeyen ilk aylarından sonra pek kimsenin bilmediği, bilenin de binmediği bu şeyden üstelik iki tane getirteceğimi söylemiş olmam, yakınımdakilerin bile temkinli cümleler ile kararımın akılcılığını sorgulamasına yetmiş gibiydi ama sağırdım söylenenlere. Nitekim 2008’in son aylarında okyanus ötesine siparişi geçip ilk kayağına kavuşmayı beklediği 4 ay boyunca odasına çekilerek, sahil sınıfı en kalın olta kamışının iki ucuna bağladığı yarım litrelik pet şişelerle her gün 2 saat kürek antrenmanı yapmaya başlamış bir adam için geç dillendirilmiş telkinlerdi tüm bu söylenenler.
``Kayak ile Oltacılık`` benim için ne? | 2.bölüm
Kürek suyuna olta salmak.
Makusluğuna inat kendi tematik talihimi zorluyordum yine. Zaten hangi hevesim birinin kılavuzluğunda, bir bilenin serdümenliğinde filizlenip serpilmişti ki yaşamımda. Önümde bir önder yok diye caymaktansa “öncülerden” olup düşe kalka da olsa kürekle devam etmeye kararlıydım suda ki yoluma. Ne de olsa aklımın ve sezgilerimin kılavuzluğuna güvenebileceğimi pek azının görebildiği kuramsal coğrafyaların silik patikalarında –daha balıkçılıktan oltacılığa evrilirken– öğrenmiştim. Kimsenin doğru düzgün deneyimlemediği deniz kayağıyla çıkacağım her seferde, yapacağım her hatada ve kazanacağım her başarıda yalnız olacak; doğru’yu da yanlış’ı da kendi başıma bulacaktım. Bunu daha ilk günden bilmiş öyle de kabul etmiştim etmesine ya; şansa mı yoksa cesarete mi daha çok ihtiyacım olacak bundan emin değildim işte – başkalarının kano balıkçılığı dediği şu büyük serüvende.
Kayakla tanışmamdan iki sene evveli.
Oltacılık adına o gün için yine bilinmedik yine binilmedik gereçlerle iyimser ve deneysel denemelerimden bir diğeri. 2007’nin başlarında okyanus ötesinden Anadolu’ya getirilen ilk ve tek katabot (pontoon boat). Bu gereçlerin çok daha çapsız ve tatlı su alanlarında kullanıma uygun modelleri (belly boat) bile yıllar sonra (2014) “yeni ürün” denilerek yurda girecekti. Yeni mi? Kime göre?
Peki bildiklerimi kayakla harmanlayıp çoğaltmaya bu denli hevesliyken vazgeçer miydim kayaktan? Geçmezdim, geçmedim de… Suya yaptığım her yolculuğun sonunda hevesimi yitirip vazgeçmek şöyle dursun kayağın ve kanonun oltacılığa ve coğrafyaya dair zor hayallerimi gerçekleştirebilmenin en tatminkâr yolu, küreğin de biricik yordamı olacağına henüz bir kayağımın bile olmadığı o günlerde inanmıştım.
Bir amaçtı tek başına ve mutlak aracı olacaktı hayalimdeki olta balıkçılığının bundan sonrasında.
İşte bu minvalde kürek zoruyla gezdiğim kıyılarda, erdiğim menzillerde kürek suyuna saldığım oltalar, tuttuğum balıklardı şimdi okuduklarınıza mesnet oluşturan. Oltacılık bir yana, nice üretime meyletmiş akıl edişlerimin, onca donatı ve seyir gerecini geliştirmemin sebebi olacaktı yine bu yeni ve büyük heves. Yoksa abartılı mı geldi sözlerim. Hiç değil… Şimdi heveslisine her şey kolay . Kayakfişing başlığıyla bir şeyler arayıp bulmak, görüp izlemek de kolay, deneyimi olanlardan tavsiye istemek hatta deneyimlemeden tavsiye vermek bile. Oltacılığa dair her mesele az ya da çok duyulduk, bilindik. Kaldı ki artık ND var. Ama o zamanımı düşünün bir de. Ya o zaman?…
Uzun zaman tek bir olta almaksızın çıktım kürek suyundaki gecikmiş serüvenlerime. Yeni coğrafyaların hevesi ile sudan yolculuklardı yaptığım; nehirden denize değin suya yapılmış yolculuklar yalnız. Kâh kilometrelerce uzanan tuzla sığlıklarında kâh mavisi kararan dibi belirsiz dalgalı ummanda dolaştım. Görürsün dediğimi gördüm, yaparsın dediğimi yaptım da kaybettiklerimi bilip kazandıklarımla döndüm kıyıya. Uzun yeşil’den büyük mavi’ye dek dört mevsim seyrüsefer yek kürek kayağıma dayanmışken kimi zaman suyuna çıkamadığım kıyılarda kimi zaman sudan çıkmadım, kaldım.
Ve şimdi;
Ey kararan derinliklerin tenha kayalıklarında pusuya yatmış bilcümle deniz canavarları ve ummanda gizli, envaiçeşit, dişli, pullu ve de kaygan derya kuzuları, kayağıyla gezen bu oltacının teşrifine hazırlanın…
diyerek üç haneli derinliklerin özleminde kürek zoruyla vardığım ve gittikçe kararan o mavilikler… Tek kuralı ve tek hedefi hayatta kalmak olan molasız bir oyunda, koşulsuz güç ve katıksız bir kaba kuvvetin hükmünde kusursuzlaşmış hayatların suyudur. Oltamı küreğe özgülediğim o ilk günden beri nerede oturduğumu nereye olta attığımı unutmadım hiç. Çift su verilmiş çelik zıvanaları açan, 2 milimlik halkaları kıran, uzak ülkelerin harlı fırınlarında tavlanmış nice iğneyi yamabilen azmanların ve türlü deniz canavarının üstüne kayak ile varmak! İyi de, tekilliği göze alarak derinlere kürek çeken bu ıslak korkusuzluk hâli, sadece kuru bir hevesten mi cesaretlenmekteydi? Ya da ben gibilere tek gereken yalın bir kayak ve fazlası olan bir özgüven miydi yalnız? Bir kayağın üzerinde gördüğüm güya tanıdık tüm o kıyılar sanki hep yaban hep bilmediklerimdi şimdi.
“Can korkusu duymak, candan yana korkmak olağandı kayak üstünde ama…”
Su yüzeyine hayli yakınlaşmış bir gözün renk ve detay algısı nasıl bu denli değişebilir, panorama nasıl olur da bu denli netleşebilirdi ki? Mavi bile bir başkaydı oturduğum yerden; ufka değmeksizin semadan deryaya inen o büyük mavi bir başkaydı artık. Korkmuyor muyum hiç, diye ıssızlığın orta yerinde bir başınalığımı sorgulamadığımı sanmayın. Can korkusu duymak, candan yana korkmak olağandı kayak üstünde ama sarsıcıydı dönüşümü her bir kürek vuruşunda. Evet, her yeni yolculukta korku, candan biraz daha geçiyor, dönüşüyordu – Can’ımın yaşadığı şu günü kıymetlendiren ve daha önce bu gözle görmediğim uçsuz coğrafyaları, bucaksız kıyıları yitirme korkusuna, su yüzünde; bir kayağın sırtında bulduğum şu serin dinginliği sonunda kaybetme kaygısına…
“Biliyorum ki tematik görgümüzle alçalıp sönen, yeterliliklerimizle aşabileceğimiz mutedil dalgalar ardındaki capcanlı ve yaşayan bir denizedir tüm seferim, coşkun kürek vuruşları ile ermek istediğim sevilesi bir maviye”
Oysa bilgisizliğimizle kabarıp yetersizliklerimizle tepesi köpüren azgın dalgalar gibiydi kayak ile oltacılığa dair tüm korkularımız. Devrilmenin, düşmenin ve ıslanmanın endişesini elbet ben de duyumsamış, içselleştirmiş ve yorumlamıştım kendimce. Ve sanki asıl denizdi, denizin ta kendisiydi candan yana beslediğimiz her korkunun müsebbibi. Bu irtifadan daha evvel hiç göremediğimiz, altını bilemediğimiz şu deniz! Zihnimizin mistik derinliklerinde barındırdığımız, kadim korkularımızda yaşattığımız arkaik canavarlarla denizin bilinmezliklerinde karşılaşmaktan kaçınan bir canın korkularıydı sanki hislerimizin aslı. Belki bu yüzdendi kayak üstünde yol almaya, balık tutmaya karşı duyduğumuz her kaygı. Çünkü altımız denizdi, her yanımız bilinmez bir büyük deniz. Bizi onun koynuna sokan, göz seviyemizi yüzeyine yaklaştırıp aramızdaki sınırı belli belirsiz kılan uzun ince bir kayağa; onun sırtında oturacak olan bir başınalığımıza duyduğumuz güvensizlik zannımca hep bu ilkel korkulardandı. Şimdi biliyorum ki tematik görgümüzle alçalıp sönen, yeterliliklerimizle kolayca aşabileceğimiz mutedil dalgalar ardındaki capcanlı ve yaşayan bir denizedir tüm seferim, coşkun kürek vuruşları ile ermek istediğimiz sevilesi bir denize, sayılası bir maviyedir her gidişim…
Bahadır Çapar
Mart 2014, Adana
2. bölümün sonu | yazının ilk bölümünü oku
3 Yorum. Leave new
Öncelikle yazılarınızın sonradan farkına varabilmenin büyük üzüntüsünü yaşıyorum. Belirtmeliyim ki bu zamana kadar kayakla balık avını bu kadar güzel ve bu kadar sanatsal anlatabilen, tabir caizse kayakla balığa her gidişimde içimden geçenleri bu kadar net dile dökebilen bir yazıyı ilk defa okudum. Okurken tekrar yaşadım neredeyse diyebilirim. Kayak ile Olta balıkçılığına çok hevesli yeni başlamış bir dostunuz olarak tecrübelerinizden mümkün olabildiğince çok faydalanabilmek isterim.
Düşüncelerinize emeklerinize sağlık.
Ahmet selamlar,
sizden haberdar olmak çok güzel. Belli ki hevesimiz ve bu işten anladıklarımız da pek yakın. Heveste bir olduğum böylesine nazik bir dost’u satırlarımın arasında zamandan muaf mavi coğrafyalara götürebildiysem eğer; bu müstesna kazanımın keyfini süreceğim biraz daha. O hâlde öncelikle https://www.nehirdendenize.com/sen-de-mi-kayakla-balik-tutuyorsun/ bağlantısındaki formu doldurmanız nasıl da güzel olur. Her daim kürek suyumda olun, ister berimde ister ötemde – ama hep birlikte…
Nehirden denize süren yolculuğumuzda daha sık buluşmak üzere şimdilik esen kalın…
Biricik, değerli, kocaman ÇAPAR,
Erkensiniz, fazlasınız, Dünya’ nın ender su canlılarını muhtemelen en ilkel yöntemlerle yakalayan ve ona hiç saygı göstermeden alışveriş poşetine atanların çoğunlukta olduğu günümüze çok fazlasınız. Gelecekte tartışılmaz Lokomotif olarak anılacaksınız ve lütfen bu filtre edilmiş bilgiler için saygımı kabul ediniz. Bilgisine sanatını katabilen nadirliğiniz hayranlık uyandırıcı.
Saygım ve dostluğumla hoş kalınız.