Hafta içerisinde Özhan’la yaptığımız ilk telefon görüşmesinde –henüz ben konuya girmeden– sudak için yaptığı denemeler sırasında yakaladığı bir alabalığı anlatıyor, Bilal’in de bunun üzerine iki gündür ala peşinde gezdiğini ve birkaç balık aldığını söylüyordu. Bir kahkaha patlatıp üzerine birde bunları bana ne zaman söyleyecektiniz, diye çıkışacakken yarın deneyelim mi hocam, ne dersiniz, diye ekleyiverdi. Bu azimli oltacı, meralara ziyadesiyle ilgili ve değişimleri yerinde tespit edebilecek düzeyde hevesli bir arkadaşımdı. Aynı kabiliyetlere sahip Bilal ile birlikte bir süredir alabalık üzerine birlikte denemeler yapıyor, belli ki artık ben gibilerden haber almak bir yana haber verebilecek sıklıkta çoğu ortak olan meralarımızı geziyorlardı. Planımızı bu kez akşam üzerine yaparak ertesi gün belirlediğimiz noktada buluştuk. Gece yarısına az bir süre kala yakaladıklarımıza kanaat edip ayrılırken önümüzdeki birkaç gün içerisinde en azından birkaç sefer daha yapmaktan başka düşüncem yoktu. İki gün sonra bu kez kıymetli dostum Bilal ile birlikte bir diğer merada olta atıyor ve Seyhan alasının iştahlılığına şaşkınlık içerisinde tanık oluyorduk. Belirli alanlarda sürekli devriye gezen bu alabalıklar, gölün ekolojisine neredeyse tam anlamıyla uyum göstermeyi başarmışlardı. Bir seneyi daha geçirenler olursa cinsel olgunluğa dahi erişmeleri fizyolojik açıdan pekâlâ mümkündü; ancak bölge ikliminin yumurta dökmelerine izin verecek sıcaklık rejimini onlara sunması imkânsızdı.
Yaz Başında Seyhan Havzası
2. kısım “Seyhan’da alabalık curnatası”
İşin doğrusunu söylemem gerekirse çiftlik kaçkını ve gölün yerli tür kompozisyonu için potansiyel zararı olsa da Seyhan suyunda günü sayılı bu balığın meslek erbabı göl balıkçılarından ve kıyıda naralar atarak dolaşan eli oltalılardan ziyade adına saygı gösterebilecek oltacılar tarafından yakalanmasını istiyordum.
2008 Seyhan’ında tuttuğum gökkuşağı alabalıklarından
Dolayısı ile ben ve bu iki olta arkadaşım kendiliğinden fark edileceği güne kadar (ki fazla sürmezdi) alabalığın varlığına ve bu denli keyifli bir oltacılığa imkân verdiğine dair herhangi bir bildirim yapmaktan imtina edecektik. Nihayetinde tatminkâr boyda olup alıkoyduğumuz her balık mevcudun bir bir eksilmesi demekti. Ne kadar olduğunu bilmesek dahi sayısı belli olan ve üreme imkânı bulamayacağından sonunda yitip gidecek yabancı bir balığı her gün olta atan yüzlerce insanın ve dökülen kilometrelerce misina ağın arasında gizli tutabilme fikrinin sadece bir fantezi olduğunu biliyordum. Ama yine de ilk haberin bizden duyulmaması konusunda müşterek kararımıza sadece ben sonuna kadar uyacaktım.
Seyhan’da alabalık curnatası
“Sıcak memleketin oltacısına soğuk suyun balığı denk gelirse…”
Takip eden birkaç hafta içerisinde, varlığına dair ilk havadisi vaktiyle bizzat verdiğim Seyhanlı alabalıkların varlığı fark edilmiş ve başkaca oltacı ahbaplarımdan acil ünlemiyle balık haberleri gelmeye başlamıştı. Artık Seyhan alasının başına neler geleceğini ve bu iki yaşına basmış delikanlıların üzerilerindeki baskıya daha ne kadar dayanabileceğini izlemekten başka çarem kalmamıştı. Yakın arkadaşlarımın ısrarıyla birkaç kez ayakaltı olmuş bir iki meraya da gittim. Birkaç metre arayla yan yana dizilmiş onlarca kişi, 150-300 gram atarlı 3-4 metrelik harcıâlem kamışlar üzerinde 50 ila 60 kalibre makineler, 40’lık, 50’lik misinaların ucunda suya fırlatılmaya çalışılan 3, 4 numara çeşit çeşit döner kaşık… Anlayacağınız, mekân tam bir panayır yeri; yaşanılansa curcunayla karışık alabalık curnatası! Usül erkân bilen bilmeyen herkes kıyıda.
Sandalyesine kurulup soğan çuvalına doldurduğu 30-40 adet incitilmiş alabalığı sallayarak marifetini ispata çalışanları mı anlatayım, yakaladığı –belli ki ilk– alabalığını “Arsız bunlar arsız!” diye tekmeyle –ama o anda sevinçten naralar atarak– karaya çıkaranları mı? Biri yetmez, deyip üçlü hatta dörtlü “meps çaparisi” (!) deneyen –döner kaşığın çoktan ustası olmuş– işgüzar balıkçıları mı söyleyeyim, tuzu üzerinde kurumuş tüylü ispendek takımıyla koşarak “FILAY” yaptığını haykıranları mı? Hele o bir eliyle mangalı yellerken öbür eliyle olta tutmaya çalışanların bahsini mümkünse hiç açmayalım.
Ha bu arada yerinde hizmet aşkı ile 3 santimden küçük ne kadar vobler, kaşık ve sair kandırıcı buldularsa takım çantalarına doldurup satmaya gelen sözüm ona işbilir meslek erbabı esnafı da unutmamalı. Bu fedakâr tüccar takımını anmaksızın şu loş ışıklı dar kıyıda koşuşarak balık avlayan ahalinin tarifi zannımca eksik kalır. Sistemin adı ‘avlakta veresiye’; çizmesinin rengine bakmadan kaşıktan, kandırıcıdan yana borçlananın sadece adı yazılıyor alacak defterine… Ama bilin ki satılan malın iadesi yok bu kıyıda! Kesesinin prangasına bir halka eklemek isteyen de bu seyyarların kabülü; kredi kartı teklif eden çevrilmiyor geriye, yeni yeni kullanılmaya başlayan taşınabilir pos cihazları yarım şarjla da olsa hepsinin elinde…
Kaç kuyruk olduğunu kimsenin bilmediği ama illa ki sayısı belli bu alaların tükenişini pek yakında göreceğim gibi. Bakalım ne kadar dayanabilecekler her gece neferi artan şu sırıklı, kamışlı kıyı kuşatmasına. Muhtemelen gelecek yıllarda da kaçınılmaz şekilde yine kaçkınlar olacak ve yeni balıklar eklenecek bu curcunadan sağ çıkacak Seyhanlı alalara. Ama bu zaman ki kadar güzel yakalayışları kaç kez daha gerçekleştirebilirim bilmiyorum. Gördüğüm bu “toplu ve çift vardiyalı alabalık avcılığı”na bulaşmadan en çok yılda bir olmadı iki defa Seyhan’da kalan alabalıklara olta atabilirsem ne âlâ.
Gördüklerim ve öngördüklerim bir tarafa bütün bu curcunalı, curnatalı Seyhan gecelerine rağmen, bir hafta sonra yalnız olabildiğim tek merada keyifli bir final etkinliği sonrasında Seyhan Havzası adresli alabalık sezonunu kendi adıma tamamlayacaktım. Sıradaki oltacılık hedefim, birkaç hafta daha sabredip maceranın ikinci ayağını kuzey ülkesinin kahverengi alalarıyla mümkünse uçurma yaparak devam ettirmekten başka bir şey değildi. Ama bundan önce bana sıcak bir deniz, hem de en güzelinden bir Akdeniz seferi gerekliydi…
Bahadır Çapar
Haziran 2008, Adana
yazının sonu
yazının 1. kısmını göster | dizinin sonraki bölümüne git